6 Haziran 2012 Çarşamba

Ailenin akıllısı olmak

 14 yaşındaydım. Herkesin benden beklentisi yüksekti. Herkesten önce okumayı, yazmayı ve yürümeyi öğrenmiştim. Bunlar yetmezmiş gibi sürekli yeni şeyler, başarılar bekliyorlardı benden. Benim başarılarımla herkes mutlu oluyordu. Ailem gurur duyuyordu kendilerinden böyle güzel bir çocuğu doğurdukları için. Bana soracak olursanız gerçekten mutluydum. İlgi odağı olmak, başkaları tarafından kıskanılmak hoşuma gidiyordu. Yaşıtlarımın benle arkadaşlık kurmak için yarışa girmesi hoştu. Bütün kızların bana ait olması cennet hissi yaşattırıyordu.
 Bütün bunların yanında yaşıma göre iyi İngilizce biliyordum. Yurt dışında yaşayan amcamın oğluyla karşılaştırılacak kadar iyiydim çevremin gözümde(İngilizce olom boru değil.). Karnemin de iyi olması nedeniyle ve İngilizce'yi daha iyi konuşabilmem için yurt dışına gönderiliyorum. Küçük olmam nedeniyle babamın sürekli hostese beni koruması, bakması konusunda yalvarıyordu(ya da tavlamaya çalışıyordu, kaçırdım orasını). Uçak bir çok insan çeşidini barındırıyordu. Kahkaha atmanın bokunu çıkaranlarla, kitap okuyan entellerle, uçakla yolculuk yaptığı için rahat olamayan teyzelerle doluydu bu uçak. Herkesin uğraşacak bir şeyleri vardı. Benim ise yanımda sadece gitarım vardı. Uğraşmak için uygun değildi. Açtığım zaman bütün gözlerin bana çevrileceğini ve benden harikalar yaratmam için insanların beklentiler içerisine gireceğini biliyordum. Aynı zamanda gürültüden rahatsız olan teyzeler de olacaktı.
 Uçak kalkmak üzereydi. Babamın yalvardığı hostes, yolcuların bir şey rica edip etmediğini yapmacık bir gülümsemeyle soruyordu. Sıra bana geldiğinde mutluluktan uçacakmış gibi güldü. "Bir şey ister misin küçük bey ?" gibi küçük olduğumu belirtecek şeyler söylüyor, onun beni sevdiğini düşüneceğim şeylerden kaçınıyordu. Hoş bir kadındı bu hostes. Uygun bir görüntüm olsa kaçırmazdım. Kalın dudaklarını açığa çıkartacak keskin bir surat ve dikkatleri üstüne çeken küçük ama estetik bir burnu vardı. Herkes gibi ona yavşayan sıradan bir erkek olmak istemiyordum. Cool takılıyordum. Çünkü ben her şeyi yapabilirdim.
 Dikkat çektiğimi düşündüğüm bir yolculuğum sonunda amcamın oğluyla karşılaşıyorum. Çok iğrenç bir amca oğlu ama bu. Ne pis, ne yapmacık. Giyimi sıradan değildi. Dikkat çekiyordu. Zincirli, gözlüklü şeyler giyerek kendini genç göstermeye çalışıyordu. Beni görünce yapmacık bir sevinçle bana doğru koştu ve beni kucaklıdı.  "hehehe naber ufaklık ? nasıl gidiyor ?" gibisinden sorular soruyordu. Her sorusuna klasik bir cevapla karşılık veriyordum. Yanında bir o kadar pis bir kadın vardı. Amca oğlunun karısı. Hiçbir şeyden memnun olmayan, aile ortamlarında millete tip tip bakarak nefret ettiğini belli eden, dışa dönük, çevresi geniş bir kadındı bu. Bana "merhaba" demekle yetindi. Ben de öyle. Amcamın yol boyunca yaptığı sıkıcı sorular ve mutlu görünme çabaları beni çıldırtmıştı. Aslında kısa süren ama bana yıllarmış gibi gelen yolculuğun ardından bana verilen odama yerleşiyorum. Oda yarım kalmış bir çocuk odası gibiydi. Zamanında çocuk yapmayı düşünmüşler ama cinsiyeti önceden bilemeyecekleri ve henüz hazır olmadıkları için yapımından vazgeçilen bir odaydı bu.
 Akşam yemeğinde herkesle tanışabilmem için büyük bir sofra hazırlanıyor. Yengemin(amca oğlunun karısı diye uzatmak istemiyorum) yabancı babası, iş arkadaşları ve amca oğlunun en iyi arkadaşlarından oluşan arkadaş topluluğu bir sofradaydı. Muhabbet benim dışımda her şekilde, herkeste dönüyordu. Ben ise buraya niye geldiğimi düşünmekle ve yemek yemekle meşguldüm. Bu halimi gören yenge babası gerçekten sevecen bir şekilde benimle konuşmaya başlıyor. İngilizce düzeyime tam uygun sorular soruyordu. Zorlanmadan sorulara cevaplar veriyordum ki bu benim hoşuma gidiyordu. Arada konuşmamıza kulak asan amca oğlu masayı susturarak benden gitar çalmamı istiyor. Şaşırmıyorum bu teklife ama şaşırmış gibi davranıyorum. Utanıyorum. Yine başarılı ve ilgi odağı çocuk olmuştum. Kaçamazdım bu zevkten. Tamam diyip alıyorum elime gitarı. Masayı şenlendirecek şeyler çalmamı istiyorlardı benden. Her ne kadar çok şey kaçırsam da kimse bunu farketmiyor, ayakta oynuyorlardı. Yenge babası eğlenmiş halde alkışla destek veriyordu bütün bu görüntüye. Yenge ise aynı memnuniyetsizlikle bir bana bakıyor, bir eğlenen insanlara bakıyor. Birden "Yeter artık çok oynadınız oturun da yemeğinizi yiyin. Başım şişti ayol" diyip herkesi sakinleştiriyor. Elimde gitarla sap gibi kalıyorum. Bir kez daha nefret ediyordum o kadından.
  1 hafta kalıyorum bu sıkıcı yerde. İngilizce'yi geliştirmeden, yengemden tekrar nefret ederek dönüyorum ülkeme. Beni büyük sevinçle karşılıyorlar. Google Translate'den öğrendiği saçma sapan sorularla aksansız bir şekilde soru yağmurunda tutuyor babam. Elimdeki çantamı uzatıp "hadi eve gidelim" diyorum.

 Tamamen hayal gücümün bir eseridir efenim. Hiçbir gerçeklik yoktur yazıda.

1 yorum:

  1. 6. His filminde ya da efendim ne diyeyim; Lost'un 3. sezonunun son bölümünde yaşadığım şoku yaşadım diyebilirim. Ama bu seferki sadece açık ağızdan değil yüklüce küfürlerden de ibaretti.

    YanıtlaSil